Hayatımın
ODTÜlü yıllarına 1973 sonbaharında başladığımı
hatırlıyorum. Matematik bölümü birinci sınıfında yüz
elli taze- adamdık. Bize verilen
ders programında yazan Φ151-M13 ibaresini kahkahalarla birbirimize gösteriyor
ve ne anlama geldiğini bilen birini arıyorduk. Buradaki
Φnin matematik derslerinin kodu olduğunu öğrenince pek
çok arkadaşın morali bozulmuştu, artık bölümün kodu
buysa varın gerisini siz düşünün diyerek. Φ151 dersi ise
Tuğrul Tanerin verdiği 18 kredilik calculus
dersi çıktı. Diğer
derslerimizin kredileri 10u geçmezken, 18 kredilik bir dersten alacağımız
notun hayatımızı nasıl etkileyebileceğini henüz
bilemezdik elbette. Öte yandan M13, yaklaşık otuz yıl sonra adı
Cahit Arf Amfisi olarak değiştirilecek olan ve hayatımızın
büyük bir kısmını geçireceğimiz bölüm
amfisiymiş meğerse.
Herşeyin
olağan göründüğü nadir bir ODTÜ gününde bizim grubun sosyal karıncası
Reyyan[1]
babasının tavsiyesi üzerine matematik bölümündeki çok meşhur
bir matematikçinin ofisine gidip onunla tanıştığını
anlattı bize. Çok tonton bir dedeymiş. Dede diye bahsedilen kişinin
yaşını tahmin etmeden önce o sıralar bizlerin henüz 19 yaşında
olduğumuzu ve 30 yaşın üzerindeki herkesi içi geçmiş yaşlılar olarak algıladığımızı
hatırlatmak isterim. Bizler bu tonton dedenin şöhretinin nereden
kaynaklanıyor olabileceğinden çok Reyyanın tanımadığı
bir hocanın kapısını çalıp içeri girebilme ve hatta
ona sizinle tanışmak istiyorum diyebilme cesaretiyle ilgilenmiştik.
Dolayısıyla ben de hayatımde ilk kez Cahit Arf adıyla karşılaşıyor
olmaktan heyecan duyamamış ama Reyyanın bu sosyal becerisine
karşı şiddetli bir kıskançlık duymuştum.
Üçüncü
ve dördüncü sınıflarda Cahit Arftan birkaç cebir dersi aldım.
Hoca takımının kendisine kayıtsız şartsız
saygı duymasına alışmış olmasına rağmen
bizim küçük saygısızlıklarımızı ve şımarıklıklarımızı
tebessümle karşılar, adeta bundan hoşlanırdı. Zaten
Reyyan söylemişti tonton bir dede olduğunu.
Bu
derslerden birinde Cahit hoca tüm dönem boyunca bir konuyu bütün ayrıntılarıyla
anlattı. Konu çok eğlenceliydi ve Cahit hocanın bizlere de bulaşan
bir heyecanı vardı. Cebirde ilk çalışılan yapılardan
olan gruplar üzerine gerçekten merak uyandıran bir konuydu öğrendiğimiz.
Bir grubun bölenlerini bilirsek grubu kurabilir miyiz? Bunun ne zaman yapılabileceğini
ve yapılıyorsa kaç değişik şekilde yapılacağını
veren hesaplar vardı ve biz, haddini bilmez lisans öğrencileri, bu
hesapları yapıyorduk. Son haftaya girince Cahit hocanın bu konu
hakkında anlatacakları bitti ve hafta boş geçmesin diye başka
bir konu hakkında üstün körü bir kaç tanım yazıp bıraktı.
Bize de dersin finalinin sözlü olacağını söyledi. Finale çok
iyi hazırlandım. Öyle ki hangi iki grup verilirse verilsin sanki
onları çarpar çurpar kaç değişik şekilde bir araya
getirileceklerini on dakikada hesaplarım gibi geliyordu bana. Bu konuda bir
lisans öğrencisine sorulabilecek tüm soruları ve cevaplarını
biliyordum. Fakat finalde Cahit hocanın sorduğu sorular sadece o son
hafta anlatmaya yeltenip de zamanı olmadığı için anlatamadığı
konudan çıktı.
Yıllar
sonra bu konu artık tatlı bir anıya dönüştüğünde,
Gebzede bir kahve molasında, Cahit hocaya da anlattım bunları.
Hiç ummadığım bir şekilde üzüldü. Günlerce benden özür
diledi. Oysa ortada özür dileyecek bir durum yoktu. Hatta bu standard bir
uygulamadır biz hocalar arasında: sınıfta işlemek
isteyip de yetiştiremediğimiz konuları finalde sorarız, öğrenciler
o konudan mahrum kalmasın diye.
ODTÜdeki
Cahit Arf anılarımın sonuncusu bir referans mektubuyla ilgilidir.
Son cebir dersi finalindeki felakete rağmen Cahit Arftan bir referans
mektubu istedim, domuzluk olsun diye. Beni iyi tanımadığını,
diğer hocalara sorup ondan sonra bir karar vereceğini söyledi. Ben
zaten referans alacağım hocaları ayarlamıştım ama
Cahit hocaya kırılmış gibi yapmayı ihmal etmedim, üzülsün
diye. Bir kaç ay sonra Cahit hoca beni koridorda görüp neşeyle selamladı.
Bana iyi bir referans mektubu yazmaya karar verdiğini söyledi ve mektubu
nereye göndermesi gerektiğini sordu. Ben de ona, beni daha önce reddettiği
için küstüğümü ve mektubu başkasından aldığımı
söyledim. Onu yanlış anlamış olduğumu söyledi ve
benim umduğumdan da fazla üzüldü. Ondan sonraki günlerde defalarca beni
bulup aslında beni reddetmediğini anlatıp durdu. Beni kırmış
olması ihtimaline bu kadar üzüleceğini tahmin etmiyordum. Ben sadece
o finale kızmıştım!
Bu
olayı tatlıya bağlamak için benim TÜBİTAK yurt dışı
doktora burs sınavına gireceğimi öğrenip bir referans
mektubu yazdı. Bu mektupta biraz abartmış olduğunu burs sınavı
sözlüsünde Cahit Arfın mektubunun jüri üyeleri arasında gidip
gelmesinden, ve jüri üyelerinin mektubu biribirlerine hararetle göstermelerinden
anladım.
Doktoramı
bitirip geri dönerken Cahit Arfın Arf halkalarıyla ilgili
makalesini bulmuş ve bu konuyu ayrıntılarıyla incelemeye
karar vermiştim. Cahit Arfın hâlâ hayatta olacağına hiç
ihtimal vermiyordum. Öyle ya, o daha biz öğrenciyken dedeydi. Bu yüzden
Arf halkalarıyla ilgilenmeye başlamama rağmen Arfı hiç
sorup soruşturmadım.
Türkiyeye
dönünce önce Boğaziçinde çalışmak istedim. ODTÜden
bal almıştım ya artık başka çiçeklere de konmanın
zamanıydı. Boğaziçinde beni çok iyi karşıladılar
ama öylesine genç, saf, mutlu ve aptaldım ki bana İstanbulda çalışabilmek
için ailemden bir gelirim, kalacak bir evim olup olmadığını
sormadan edemediler. Cahit Arfın hayatta ve Gebzedeki enstitüde olduğunu
yine Boğaziçindeki bu sohbet sırasında öğrendim. Yağmurlu
bir günde Gebzeye iş istemeye gittim. Cahit Arfla asıl karşılaşmam
odur.
Bundan
sonraki üç yıl hayatımın en mutlu yıllarıydı[2].
Cahit Arfın bir matematikçi olarak son dönemleriydi. Hızla yaşlanıyordu.
Onunla paylaştığım her dakikanın ne kadar kıymetli
olduğunu dahi algılayamadan dolu dolu geçen bir üç yıl yaşadım.
Mutluluğun temel ögesinin masumiyet olduğu söylenir. O yıllar
hayatımın masumiyet yıllarıydı. Bazan Cahit hocayla
konuşa konuşa benim dilim de onunkine benzemeye başlardı. Mütemadiyen
peydah olan bir mevhumu yüksek mertebeye teşmil etmeye çalışır
mamafih daima muvaffak olamazdım. Enstitüde bize dede torun gibisiniz
derlerdi. İşte Cahit Arfı hep o Gebze yıllarının
eskimeyen anıları içinde hatırlarım.
Enstitüden
ayrılıp üniversite hayatına geçtikten sonra Cahit hocayla birkaç
kez onun ODTÜdeki meslektaşlarımı ziyareti vesilesiyle karşılaştım.
Bize çözmemiz için bazı problemler bıraktı. Kendi el yazısıyla
sayfalar doldurmuştu. Bunların fotokopilerini alıp, ilerde
mutlaka okumak üzere sakladığım diğer makalelerin de
içinde olduğu, o giren-çıkmaz
dosyasına koyduğumu hatırlıyorum. Belki giderken bu dosyayı
da yanıma alırım ve Gebzede yarım bıraktığımız
yerden devam ederiz.
Ali Sinan Sertöz
26 Kasım 2005
Ankara
sertoz@bilkent.edu.tr
[1] Reyyan Ayfer, Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Teknolojisi ve Programlama Bölüm Başkanı, ODTÜ Matematik 1978 mezunu. Yazarın sınıf arkadaşı.
[2] Gebze yıllarıyla
ilgili anılarımı Bir Efsanenin Ardından adlı http://www.bilkent.edu.tr/~sertoz/efsane.pdf
dosyasında bulabilirsiniz.