Burası kızak kaydığımız yerler, burası koşuşturduğumuz yerler. Her yer biraz küçülmüş sanki. Şu yukardaki terk edilmiş, kırmızı boyaları solmuş, camlarına tahta çakılmış ev 'Yeşil Evin Hatçanım'ın yeşil evi. Uğruna nice kavgalar ettiğimiz araba şeklindeki kaya yeni bir evsahibinin yaptığı bir merdivenin ağzına rastgelmiş, kırılmış; yok.
Bizim evin dörtte üçü yıkılıp yok olmuş. Yalnızca salon duvarı ve kömürlük bölümü ayakta. Bizim bahçeyi belediyedeki oyunlarıyla alan, ki çocukluk arkadaşımdır, bahçenin ortasına bir apartman dikmiş. Saygısız, zevksiz, bir kaba kuvvet gösterisi. Ne kendisi ne de yeni apartmanın sakinleri bu metruk ve yarı yıkılmış evden rahatsız.
Havva Hanımın uğruna bizleri elinde
orakla kovaladığı bahçe 'tarümar'. Evinin önünde bir kadın ve kızı
yün tiftikliyorlar. "Kolay gelsin" diyorum 'otoriter' bir ses tonuyla.
Ne de olsa buralar hep 'benim'. "Kimi aradınız?" diyor. "Kimseyi aramıyorum.
Ben eskiden burada otururdum da dolaşmaya geldim" diyorum. "Ben tanıyor
muyum seni?" diyor. İşe bak, sen beni nereden tanıyacaksın kadın! Sen Mamak'ın
adını duymamışken biz burada çift kale maç yapıyorduk. "Ben eskiyim, sen
tanımazsın" diyorum. Hiç aldırmıyor. O hep sakin. "Eskiysen tanırım" diyor.
E bu kadarı fazla. Şuna bir ders vermeli. "Sen ne zaman geldin Mamak'a?"
diyorum neşeli ama kaç dese beş basacağımı hissettiren bir ses tonuyla.
O hep sakin. Bir an duralıyor ve "1964'ten beri Mamak'tayım" diyor... Derhal
ses tonumu tatlılaştırarak "O zaman beni tanırsın" diyorum, "Ben şu evde
otururdum" çenemle bizim evin kalan çatısını gösteriyorum. O hep aynı sakinlikle
başını bizim eve çeviriyor. Bir saniye bakıyor. Yine sakin bir şekilde
başını bana çeviriyor. Hiç acelesi yok. 1964'ten beri burada ya... "Sen
Sinan mısın?" diyor.
Tüm çocukluğum serin bir bahar esintisi
gibi geçti yüzümü yalayarak. Ayaklarımın altında bahçemizin hafif çamurlu
otlarını hissettim. Mamak...
"Sen kimsin?" dedim, "Havva Hanımın gelini" dedi. Tüm çocukluğum boyunca Mamak'ta o hep 'Havva Hanımın Gelini' diye bilinirdi. Hiç bir zaman adını öğrenememiştim. Kimsenin bildiğini de sanmıyorum... Zaten o da o yüzden kendini adıyla değil lakabıyla tanıttı. Onun düğünü için davetiye dağıttığımızı ve Havva hanımın karşılığında bize limonata verdiğini, şimdi o yün tifttiği yerde yapılan davullu zurnalı düğünü hatırladım. Kocası birkaç yıl önce ölmüş, "Bir kaza" dedi. Mamak'ta beraber oynadığım çocukların adlarını saydı, hepsini hatırladım. Bazılarının yüzleri gözümün önüne gelmediyse de duygular geçmişi yaladı bir süre.
İyi akşamlar dileyip ayrıldım.
Bazan anılar geçtikleri mekanlardan kopup kendi başlarına ve farklı bir varlık düzeyinde sürdürüyorlar yaşamlarını, gerçeklere umarsız...